Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in sütannesi olan Halime Hâtûn şöyle derdi: “Biz Benî Sa’d bin Bekr kabilesinden birçok kadın, Mekke ehlinin emzirecek oğlancıklarını alıp sütannelik edelim diye Mekke şehrine geldik. Benimle gelen kadınların hepsine Resûlullâh (s.a.v.) Hazretlerinin emzirilmesini arz ettiler. Yetimdir diye kimse onu emzirmeye yanaşmadı. Herbiri bir oğlan bulup aldılar. Ben de Resûlullâh (s.a.v.)’den başkasını bulamadım. Kocama dedim ki: “Bizimle gelen hatunların herbiri bir oğlan bulup aldı. Böylece kalmak bana güç geliyor.” Ben de Efendimiz (s.a.v.)’i almak niyetiyle gittim gördüm ki, mübarek vücudunu yeşil bir ipeğe sarmışlar. Üstüne de ak bir sof sarmışlar ki, sütten beyazdı ve misk kokusu verirdi. Efendimiz (s.a.v.)’i arkası üstü yatırmışlar, uyuyordu. O mübarek yüzüne baktım, uyandırmaya kıyamadım. Yavaş yavaş yanına vardım, elimi mübarek göğsünün üstüne koydum. Mübârek gözlerini açıp yüzüme baktı, güldü. Gözlerinden bir nûrun çıkıp ta göklere yetiştiğini gördüm.
Mekke’ye geldiğimiz zaman bir merkebimiz vardı, yürümezdi. Bir dişi devemiz vardı, çocuğumuza gıda olacak kadar süt vermezdi. Peygamber (s.a.v.)’i alıp evimize getirir getirmez kocam deveyi sağmaya gitti. Gördü ki, memeleri sütle dopdolu olmuş. Kocam dedi ki: “Ya Halime! Aldığın yetimin kademi mübarekmiş. Gelir gelmez bereketi zuhura gelip gecemiz hayır oldu.” Sonra Mekke’den kendi yerimize dönerken merkebe bindim. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’i önüme alıp tuttum. Merkep öyle hızlı yürümeğe başladı ki, diğer kadınların merkepleri arkamızda kaldı. Daha sonra Benî Sa’d diyarına geldik. O yıl öyle bir kıtlık yılıydı ki, davarlar yaylım yerlerimizde otlayacak bir şey bulamazlardı. Bizim koyunlarımız Allâh (c.c)’un fazlı ve inâyeti ile sütlenirdi. Bolluk içinde geçinir; yer, içer, nimetlenirdik.