Mustafa Özyıldız
AVRUPANIN EN ÇOK TANINAN TÜRK’Ü HOLDİNG SAHİBİ BİR EREĞLİLİ VURAL ÖGER
Vural Öger, Almanya’da göç tarihimizin yıldız isimlerinden, bir Ereğlili, Ticari hayatta gösterdiği üstün başarıları ile hep gündemde kalmayı başarmış, gençliğinde bir dönem Ereğli’de tekstil imalat işleriyle de uğraşmış, örnek bir işadamımız.Almanya’daki Türklerin önemli liderlerinden, Hayatı boyunca sadece başarıya inanmış. Kendi başarısını, oldukça mütevazı bir şekilde değerlendirenlerden ”Zaman konusu mühimdir” diyor. “Ne zaman işe başlandığı, hangi şartlar içinde başladığınız önemli, insanın yaptığı işe uygun yeteneklerinin de kendisinde olması çok daha önemli…”
Almanya'ya ilk adımını attığında 18 yaşındaydı. Etibank'ın bursuyla Berlin Teknik Üniversitesi'nde okurken turizmi keşfetti. Hamburg'dan, Türkiye'ye direkt uçuşları gerçekleştiren ilk Türk işadamı oldu. Vural Öger, 1969'da Hamburg'da "Öger Seyahat Acentesi" ile işe atıldı.
Çocukluğunda, Okyanusları aşmak o ülke senin, bu ülke benim diyerek dünyayı dolaşmak, dünyayı keşfetmek istiyordu. Bu yüzden başucundan ayırmadığı kitap Jules Verne'nin "80 Günde Devrialem" kitabıydı. Bir de Evliya Çelebi'nin "Seyahatname"si. Kısacası o, dışa dönük, evrensel bir dünyanın insanıydı. Ve dünün meraklı çocuğu, ileride Metalürji Mühendisi olacak, ama ekmeğini bir başka meslekten, turizmden çıkaracaktı. O, çocukluğunun hayallerini süsleyen ülkelerin yanı sıra, dünyanın hemen dört bir bucağını kolaçan edecekti. O günümüzün Kristof Kolomb'u olacaktı. Avrupa'nın turizm devleri arasına giren Öger İmparatorluğu'nun patronluk koltuğuna oturacaktı. Türk halkının gurur kaynağı olan,6 dil bilen Avrupa'da imparatorluk kuran Vural Öger'den söz ediyoruz.
Genç Ereğlili hemşerilerimizeörnek, Dünya çapında tanınan Ereğlili hemşerimiz Vural Öger in yurt içi ve yurtdışında yazılı medyadaki röportajlarının bir bölümünü Ereğlili hemşerilerimizin bilgilerine ve ilgilerine sunuyoruz.
Yokluk yılları
Babası Mehmet Sait Bey bir asker, annesi Perihan Hanım kentli, bir hanımefendiydi. Vural Öger, 1942 yılının 1 Şubat'ında Ereğli’de dünyaya geldi. Türkiye'de yokluk yıllarıydı. Bir karabasan gibi dünyayı saran 2'nci Cihan Harbi'nin yükselen kirli bulutları, savaşa girmemesine rağmen Türkiye'nin üzerinde dolaşıyordu. Baba Sait Bey'in subay maaşı ile kıt kanaat geçiniyorlar,
Gençlik yıllarında, ruhuna işleyen, dış dünyaya açılma tutkusunu gerçekleştirmek istiyordu. 18 yaşındaydı ve artık ufkunu genişletecek olan projelere çoktan hazırdı. Fransa'ya gitmek, Paris'i görmek istiyordu. Ama subay olan babası, ağırlığını koymuş Almanya'ya gitmesini söylemişti. Sümerbank bursuyla Amerika'da, Etibank bursuyla Almanya'da yükseköğrenim yapmaya hak kazanmıştı. Yükseköğrenim için gidilecek ülke, Amerika değil, babası Sait Bey'in ısrarla istediği Almanya oldu. 1960 yılının Mart ayında, Almanya'ya uçmak üzere, Sabena Havayolları'na ait uçağa bindi. Çift pervaneli, 4 motorlu olduğunu öğrendiği uçakla 5 bin metreye yükseldiklerinde, şu soru geçti aklından: "Acaba uçak bu yükseklikten, ne kadar zamanda düşer?" Kâğıdı kalemi çıkardı, fiziğin kurallarını, hız hesaplarının formülünü yazdı. Uçağın 39 saniyede, yere çakılacağını buldu. Korktu sonra... Uçak düşmesin diye Allah'a yalvardı... Ama o, yıllar sonra uçaklarla öylesine haşır-neşir olacaktı ki, bütün dünyayı, hem de çok sık olarak bu ulaşım aracı ile dolaşacaktı.
Almanya'daydı... Rüyaları artık gerçek olmuştu. Berlin Teknik Üniversitesi Metalürji Mühendisliği Bölümü'ne kaydını yaptırdı. Berlin'e gelen 31'inci Türk'tü. Berlin Başkonsolosu onu, "Gel de bir Türk yüzü göreyim!..." diye karşılamıştı. Başarıya götüren yolda, en önemli unsurun, kişilik ve karakter olduğuna dikkat çekiyor Vural Öger. Metodik çalışma gücü, kuvvetli irade, mücadele gücü, belli konularda belli şeylerin kokusunu alabilmek de, ona göre başarının anahtarlarından. Bütün bunları söyledikten sonra, “Ama her başarının bir öyküsü vardır. Hepsi birbirine benzemez elbette. Ama ben hayatım boyunca prensiplerime sahip kaldım. Doğru söyledim. Doğrularımı yerine getirdim. Çok çalıştım. Çok çalışabilen bir insanım. 20 saat çalışabilirim. İrademle kendimi ayakta tutabilirim. Hedeflerimi koyarım. Analitik düşünme gücüm de var” diyor. Uslanmaz işkolik. Ticari hayattan kopup kopmayacağı ile ilgili…
“Hayır” diye yanıtlıyor.
“Türk insanının sıcaklığını, misafirperverliğini hiçbir toplumda görmedim. Dünyada benzerine rastlayamazsınız. Kuşaktan kuşağa bu özellikler aktarılmış. O toplum, çok daha iyi yerlere layık. O topluma olan borcumu, bu tür etkinliklerle ödemeye çalışıyorum.”
Milletine karşı kendisini borçlu hissetmenin adı, erdem olsa gerek…
1980li yılların öncesi Almanlar, Türkiye'ye pek gitmiyordu. Biz Almanlara, Türkiye'nin güzel, cazip bir tatil ülkesini olduğunu gösterdik. Yolu açtık. Bu beni çok sevindiriyor. Türkiye'ye kitle turizminin önünü açtık. Türkiye'nin turistik bir destinasyon olabileceğini kimse düşünemiyordu. Buna öncü olmak beni hala gururlandırıyor. 1990lı yıllardan beri aralıksız her yıl Türkiye turizminde branş birincisiyiz. Benim tahminime göre 40 yılda rahat 20 milyon turist taşıdık.
Evet. Bende çalışmakta ve mantıkta Alman, iç dünyamda Türk'üm diyorum. Bu benim iç dünyam, hissiyatım. Almanya benim vatanım oldu. Alman vatandaşıyım, bu ülkeyi çok seviyorum ama iç dünyam Türk. Kalbim Türk. Almanya benim vatanım oldu. Bir kültürde yetişmek, diğer bir kültüre uyum sağlamayı yok saymaz. Her iki ülkenin her zaman olumlu yönlerini görmek gerekli. Karşılıklı var olan ön yargılarla mücadele ettim. Her iki kültürle yaşamak güzel bir duygu.
1989 yılına gelindiğinde Sovyetler Birliği dağılmış, ortaya yeni devletler çıkmıştı. Doğu ve Batı Almanya birleşmenin sevincini yaşıyordu. Sevinenler, sadece bu iki kardeş ülke değildi. Bu yeni dönemle birlikte yeni ufuklara yelken açan girişimciler de seviniyorlardı. İşte bu girişimcilerden birisi de Vural Öger'di. Kapalı kutu açılıyor, yeni fırsatlar da müşterilere sunuluyordu. Vural Öger'in bu günlere gelmesinde, iki Almanya'nın birleşmesinin de büyük bir rolü vardı. Bu yeni dönem, onun işine büyük bir ivme kazandırmıştı. Zira yaklaşık 2 bin marklık işsizlik parasıyla Doğu Almanlar, paralarını harcayacak, gezecek ülke arıyorlardı. Ve Öger Tours onlara bu ülkeyi bulmuştu: Türkiye'yi... Sonuçta Vural Öger, bu yeni fırsatı, çok iyi değerlendirmiş ve şirketine atılım yaptırmıştı. Hatta denilebilir ki, iki Almanya'nın birleşmesi en çok Öger Tours'a,VuralÖger’e yaramıştı.
Vural Öger'in, en önemli ataklarından birisi de, Öger Tours'un, Alumna devi Lufthansa ile olan ortaklığı oldu. Vural Öger, Öger Şirketler Grubu'na bağlı Öger Tours ve ATT Touristik şirketlerinden yüzde 10'luk hisseyi Alumna havayolu Lufthansa'nın yan kuruluşu olan Condor'a verdi. Vural Öger'in, 1969 yılında temelini attığı Öger Tours, 1995 yılında Lufthansa-Condor ile yaptığı evlilik sonucunda iyice güçlenmişti. Öger Tours bugün, Almanya'nın köklü ve büyük turizm şirketleriyle başa güreşiyor.
Avrupa'da 7, Türkiye'de 8 olmak üzere 15 şirketi bünyesinde bulunduran Öger Şirketler Grubu, 1994-95 yılında yapmış olduğu toplam 720 milyon marlık ciro ve taşımış olduğu 682 bin 430 yolcu ile Almanya'nın TUİ, Neckermann, LTU ve ITS gibi dev turizm şirketlerinin de içinde bulunduğu "10'lar Kulübü"ne girmeyi başardı.
TÜRKİYE’DE SİYASETE GİRSEM, BENİ ZORLARDI
“Çok zor. Bana çok fazla teklif geldi. Hatta üst düzey konumdan teklifler aldım. Ama benim işimi bırakmam gerekiyordu. Ankara’daki bir maceraya girmek istemedim. Hem Almanya’da işin olacak, hem de Ankara’da milletvekilliği yapacaksın. Sizin işiniz çok zor bir hal alır. Bir de Alman vatandaşıyım, Türk vatandaşıyım. Ne dedikodular çıkar. Çok sinirlerim bozulacaktı. Bu nedenle istemedim.
Daha sonra benim Avrupa Parlamentosu’na milletvekili olarak girdiğimde Türkiye hakkında çarpık bir tablo vardı kafalarda. Ben görev yaptığım beş yıl içinde elimden geldiği kadar milletvekilleriyle, sivil toplum örgütleriyle görüşerek bizim argümanları kabul ettirmeye çalıştım.
Bugün Türkiye konusundaki tablo değişik hale geldi. Politikada kurallar, iş dünyasından bambaşka. Karar verme süreçleri çok uzun, sabır istiyor. İşadamlarının neden politikaya girmekte tereddütlü olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bir olayın oluşması, karar aşamasına gelmesi muazzam zaman ve sabır istiyor siyasette. Politik çalışmanın neticesini yıllar sonra alıyorsunuz, derhal karşılığını göremiyorsunuz. Bazen milletvekilleri ayrıldıktan sonra doğru iş yaptıkları ortaya çıkıyor, ‘‘o zaman adam haklıymış’ diyorlar.
Almanya'da yaşayan deneyimli işadamı ve politikacı Vural Öger Almanya'da bazı politikacıların yürüttüğü "uyum" tartışmasına isyan etti. "Sürekli Türklere hakaret edildiğine dikkati çeken Öger, “Türklere hakaret ederek uyum olmaz. Yavaş yavaş bizim de burnumuza kadar geldi. Eskiden ben tarafsız bir insandım. Şimdi ben de yavaş yavaş bir kızgınlık oluşmaya başladı. Bitsin artık bu” dedi.
“Ülkemin geleceği açısından AB ilişkileri çok mühim.
Onları sıkmayacak şekilde, ikna edecek şekilde kendi argümanlarımla karşılarına çıkacağım. Ben Türkiye’nin geleceğini Avrupa’da görüyorum. Yaptığım faaliyet, Almanya’nın ve Avrupa’nın da yararına olacaktır. Buna da kalpten inanıyorum. Eğer ben Kongo dan gelmiş olsaydım, Kongo’yu da Avrupa Birliği’ne alın diyecek değildim. Ama Türkiye Avrupa’nın bir parçasıdır. Ben kendimi her zaman bir Avrupalı olarak görüyorum. Avrupa ülkeleri, homojen Avrupa kültürüne sahip değiller. Aralarında çok büyük kültür farkları var. Kültür farklılığı, bir zenginliktir Avrupa için. Avrupa’yı Avrupa yapan multi kültürel bir birlik olmasıdır. Laik bir Türkiye’nin; 80 yıldır seküler sistemle yönetilen bir ülkenin AB’ye girmesi bir zenginliktir. Kopenhag Kriterleri yerine getirildiği takdirde Türkiye Avrupa Birliği’ne alınmalıdır. Ki, Türkiye’deki hükümet de, bu konuda büyük bir başarıyla kanunsal altyapıyı hazırlıyor. Yürütmede aksaklık olabilir. Diğer ülkelerde de olacak. Hiçbirinin durumu Türkiye’nin bugününden daha iyi değildi. Slovakya’da seçilmiş bir parlamento bile yoktu. Müzakerelere başladılar.” İyi de bazı Hristiyan Demokratlar iki de bir Türkiye AB ye ait değil diyor… Onlara karşı ne diyeceğiz?
“Şu an bu konuda biraz hızı kesmiş durumdayız. Biz biraz gayret göstersek başarırız. İspanya’dan istenenlerin yarısı Türkiye’den istenmiyor. İspanyollar çok şeyden vazgeçtiler. Hem orada hem burada bu konuda iç politika dönüyor.”
Türkiye’nin AB’ye gireceğine inanıyor musunuz?
“Girer ama bizim de gayret etmemiz gerekiyor. Bizde AB’yi, sanki bir emperyalist güç gibi gösteriyorlar. AB, bir medeni insan olma projesidir. Başka bir şey değildir.”
Öger : “Laf dönüp dolaşıp Müslümanlık, Hristiyanlık meselesine geliyor. Her zaman şunu vurguluyorum. Mantıki faktörler her zaman Türkiye’nin lehinde. Örneğin, stratejik, jeopolitik ve ekonomik faktörler. Emosyonel faktörler Türkiye’nin aleyhinde. Örneğin, dinsel, tarihi ve kültürel faktörler… Türkiye dışındaki İslam dünyasında, belli bölgelerde oluşan oluşumlar endirekt olarak, bazı çevreler tarafından Türkiye’ye yansıtılıyor. Doğru değil. Türkiye’nin bunlarla bir ilişkisi yok. Türkiye geçmişten de öyle ama. 1840 senesinde Tanzimat’la bir Avrupa sayfası açılmıştır, Mecelle denen yeni bir hukuk düzeni yaratmış ve zamanın şartlarına uygun bir hukuki sistem ortaya çıkarmıştır. Ordu, Batı standartlarına göre ıslah edilmiştir. Bütün devlet kurumları yeniden organize edilmiştir. Atatürk, o zincirin bir devamıdır. Atatürk, yeni bir Türk ulusu yaratırken, daha optimal bir şekilde, Batı bazlı devrimlerle, Türkiye’nin Avrupa yoluna yüksek bir hız kazandırmıştır. 150 aşkın senedir, Türkiye bir kulvara girmiştir zaten. Avrupalılaşma serüvenimiz o tarihlere dayanıyor. Türk insanı her zaman kendini Batıya dönük olarak hissetmiştir. Şam’da, Bağdat’ta, Kahire’de oturan devlet memurlarının aileleri dışında, oturan Türk ailesi yoktur. Osmanlı, Bulgaristan’da, Romanya’da hâkimiyet kurmuş. Saraybosna şehrini kuran biziz; Türkler. Yani dikkat edin, Balkanlara gitmişiz. Batıya gitmişiz. Meşhur Kızıl Elma olayıdır. Kızıl Elma hep batıdadır. Kızıl Elma diye yola çıkmışlar, Hazar denizinin kuzeyinden hep batıya gitmişler. Kızıl Elma diye diye Viyana’ya kadar gelmişler. Kızıl Elma hiçbir zaman bir Ortadoğu ülkesinde değildi. Sevmemişler Ortadoğu ülkelerini. Batıya gitmişler, suya gitmişler, yeşilliğe gitmişler.” Derin bir tarih bilgisini insan odaklı bir perspektifle harmanladığında,Öger daha ilginç tespitlerde bulunuyor. “Ortadoğu da Fransız devriminden sonra çağın trendine uyarak ve bazı Avrupa devletlerinin de kışkırtmasıyla, bir Milliyetçilik oluştu. Osmanlı’nın çökmesine de, sebep olan bir yerde Fransız İhtilali’dir. Arkadan Avrupalılar, Helenizm hayranlığıyla Yunanlılara destek vermişler ve Mora ayaklanmasıyla Yunanistan’ı bizden koparmışlar, 1820′lerde. Arkadan bir Rusya çıkıyor, Ortodoks toplumunu ayaklandırmaya çalışıyor. Hangi imparatorluk ayakta kaldı? Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi de bence doğaldı. Osmanlı, esasında Türklere “etrak-i idrak” (idraksiz) demiş, Anadolu insanının buğdayını, vergisini almış ve erkeklerini askere çağırmıştır. Anadolu’ya bakarsanız, Osmanlı’dan kalan çok eser yoktur. Hep Selçuklulardan kalmadır. Osmanlı, İstanbul’a yatırım yapmış. Batı’ya yapmış. Mostar’a köprü yapmış, Kayseri’de Erzurum’da yapmamış. Ekonominin ne olduğunu kavrayamamışız. Kolonizm denen olayda bir ekonomik baz var. Belçika ekonomisi Kongo’dan gelen paralarla ayağa kalkmış. Kongo’nun madenini almış 1 kuruştan, satmış 10 kuruşa. Hollanda böyle zengin olmuş. 1700′lü senelerde bir İngiliz çiftçisi ile bir Türk işçisi arasında hiçbir farkın olmadığını söylüyor Öger. “Büyük Medeniyetlerin Çıkması ve Çöküşü” adlı kitabı referans gösteriyor burada ve her şeyin buhar makinasının icadıyla başladığını kaydediyor. Buhar tribünü, gemide kullanılmaya başlanınca, Avrupalıların uzak denizlere açılmaya başladığını ve böylelikle ucuz hammadde temin ederek zenginleştiklerini hatırlatıyor.
“Avrupa böyle zenginleşmiştir” dediğinde, Londra sokaklarında baharat fiyatlarındaki aşırı yükselmenin, günümüze değin süren bir sömürgeciliğin başlangıcı olduğunu anımsıyoruz. Hani şu “Üzerinde güneşin batmadığı” söylenen İngiltere Krallığı’nı… Sonra Kolonizmin kurbanı, siyah beyaz yüzler geçiyor belleklerimizden. Ermeni lobisinin Amerikan seçimlerinin sonuçlarının belirlenmesinde Yahudi lobisi ile birlikte çok önemli bir etken olduğunu hatırlatıyoruz. Ve 2,5 milyon Türk ün lobiciliğine getiriyoruz sohbetimizi. Öger negatif yaklaşımlardan şikâyetçi. “Avrupa’ya giden ilk kuşak Türklerin yüzde 90′ı köylü kökenli vatandaşlarımız. 1960′larda gelen vatandaşlarımızın çocukları bence çok iyi gidiyorlar.
Uyumda çok başarılıyız.
Son yıllarda Almanya’da çok tartışılan bir konuda Türklerin uyumu.
Bunlar hep böyle Kreuzzberg’da, Hamburg’un bir köşesinde uyum sağlamamış bir kaç kişinin resmini çekip, gazetelere işte uyumsuz Türkler diye basıyorlar. Bugün Almanya’nın en iyi rejisörü, ülkeyi ödüle boğan Fatih Akın. Yani ikinci kuşaktan bir Türk. En çok izlenen komedyenler Kaya Yanar, Django Asül. Der Spiegel’in bestseller (en çok satan kitaplar) listesindeki isimlerden biri Renan Demirkan, diğeri Akif Pirinçci. Avrupa Parlamentosu’na Cem (Özdemir) gitti, ben gittim. Yerel parlamentolarda çok sayıda Türk kökenli var. Başka hangi göçmen grubunda bu başarı öyküleri, bu dinamizm var? Kimse kusura bakmasın, bunu Almanlara da söylüyorum, bu tüm saydığım ve sayamadığım binlerce başarı öyküleri, Almanya’nın onları desteklediği için oralara gelmediler, kendilerini çabaladılar, mücadele ettiler. Anlatılandan, basına yansıyandan çok farklı bir uyum vardır. Türkler uyum sağlamışlardır. Çok başarılılar. Bugün Türk ’süz bir Almanya, hatta Avrupa düşünülemez. Nereye gidersiniz, mutlaka karşınıza başarılı bir Türk çıkıyor. Geçenlerde Paris’in en lüks oteli olan Ritz’e gittim. Otelin genel müdürü orada yetişmiş bir Türk genci, daha 35 yaşında. Kolay mı Ritz Paris’e genel müdür olmak? Sorun burada belirli politik hesaplar ve sebeplerle Türkleri ikinci sınıf vatandaşmış gibi görmek isteyen bir kesimin var olması. Ben bu bakış açısına sahip kesme karşı hep mücadele ettim, bu mücadeleyi de sürdüreceğim.’’
“Alman gazetelerinde beni öven yazıları okumaya başladığımda önce ‘Beni biraz abartmıyorlar mı?’ diye düşünmeye başladım. Koskoca resimler, Prusyalı Türk yazmışlar. Ya hakikaten ‘Ben bu muyum’ diye düşünmeye başladım. Küba seferlerine 1997’de başladık. Fidel Castro ile resimlerimiz var. İlk yıl bir konferans oldu. Geldim, döndük. Gazetelerde şöyle yazıyordu, ‘Küba Öger Tour’u keşfetti’ yazıyordu. Fidel Castro ile resmimiz. Lisedeyken Castro benim için idoldü. Şimdi kendisiyle el sıkıştım dedim kendi kendime. Bunları okuduktan sonra ‘Demek ki bir şeyler yapmışız’ dedim. Olayların içinde olduğunuzda bir şeylerin farkında olmuyorsunuz. Esasında bazen kendimi hala lisedeki delikanlı gibi hissediyorum. Ama ben eksiklikleri de olan bir insanım. Mükemmel bir insan değilim.”
‘GENÇLERE TAVSİYEM: KENDİNİZİ TANIYIN’
“Önce kendilerini tanısınlar. Karakter yeterliliği olmayan insanlar hiçbir zaman başarılı olamazlar. Diğer bir özellik, insan her özlemini çektiği branşa ulaşamaz. Kendinizi tanıyın, kendi yeteneğinizi tanımaya çalışın. Mesleği ona uygun seçerseniz başarılı olursunuz. Rizikoyu seviyor musunuz, kayıtsız şartsız çalışma gücünüz var mı? Belli bir niş yakaladınız mı? Vural Öger, Almanya’da ‘Türkiye’ gibi bir niş yakaladı. Ancak niş yakalarsınız hayalleriniz gerçek olur.”
Türk turizmiyle ilgili öngörüleriniz nedir?
“Ben bunu çeşitli yerlerde dile getirdim. Örneğin tarihi olan şehirlerin ‘old city’ ile ortaya çıkıp, bu konsepti geliştirmeleri gerekir. Tur operatörlüğü bitmiş gibi gözüküyor. Para kazanan kimse kalmadı. Yeni iş derken örneğin internet üzerinden çok şey yapılabilir. Örneğin rafting turizmi. Bunlar üzerine özel bir firma kurup, internet üzerinden bütün Avrupa’ya satabilirler. Kuş gözlemi de olabilir. ‘Broşür yapayım, dağıtayım’ devri bitti. Beşon yıla kadar broşür falan kalmayacak.
Yakın dönemde Türkiye de yeni bir iş alanına gireceklerini, Ege Bölgesi'nin çeşitli yerlerinde lüks tatil evleri yaparak Almanya, Fransa, Hollanda'da satacaklarını. Projede yer alacak evlerin sıradan bir yapı olmayacağını, özel taş evler dizaynında olacağınıifade eden Öger, daha çok yüksek kaliteli, Avrupalının zevkine uygun, İtalya'nın Toscana bölgesindeki tarzda 2 katlı taş evler olacağını ve Proje için Ege'de Bodrum, Seferihisar, Foça ve Milas'ı seçtiklerini aktaran Öger,
“Parası olan insan Ege’de butik otel açabilir. Bir de İstanbul’da otel yapabilirler. Turist buraya geldikten sonra para harcayacağı sahalar var. Kendi bütçeleri çerçevesinde o sahalar üzerine çalışma yapsınlar. İlla ‘şu kadar yolcu getireceğim’ diye düşünmesinler. Niş alanlara yönelsinler. Dünya çok güzel, yaşamak çok güzel. Ne yapacağız, bir ev daha al, araba al. En sonunda hayat bitecek.”
Dünyanın 21 ayrı turizm beldesine turlar organize eden Öger Tours, geçtiğimiz turizm sezonunda Türkiye'ye 260 milyon dolarlık döviz girdisi sağladı. Öger Tours Yönetim Kurulu Başkanı Vural Öger, yalnızca Türkiye'ye döviz sağlamakla kalmıyor, ülkesinin tanıtımı için büyük bir mücadele de veriyor. Hamburg Türk İş adamları Derneğinin başkanı olan Vural Öger, Almanya'da bir Türk lobisi oluşturma gayreti içinde. "Biz Avrupalıyız, ama kalbimiz her zaman Türk kaldı" diyen Vural Öger, "Hayatı boyunca, Türk-Alman dostluğunu pekiştirmek için çalıştı. Türkiye'yi iyi temsil etti" diye anılsın istiyor.
Öger, Küba'da çekilen "Şans Kapıyı Kırınca" filmi ile sinema sektörüne adım attı. Castro ile özel dostluğu sayesinde Küba'da şimdiye dek hiç açılmamış kapıları açtıran Öger, film için 2.6 milyon dolar harcadı.
Önce turizm ardından AB parlamentosundaki milletvekilliği ve film endüstrisi, Öger Grup Yönetim Kurulu Başkanı Vural Öger son işinde başrolün de Ferhan Şensoy'un yer aldığı Şans Kapıyı Kırınca'nın perde arkası, maliyetini, Öger'in sinema tutkusu ve sinema sektöründeki hedefleri ile ilgili olarak da‘’Küba'daki dostlarım izinleri kolaylaştırdı.
Beyaz perde aşkı nereden doğdu derseniz,
Bizim kuşak bilir... Çocukluğumuzda Türkiye'de televizyon bile yoktu. Batıya açılan pencere sadece filmlerdi. Yazın iki ya da üç film gösterime girdi mi bayılırdık. Bu nedenle sinemanın bende hep ayrı bir yeri olmuştur. Birkaç yıldır da aklımda hep uygun bir senaryo olursa film sektörüne girmek vardı. Açıkçası bir komedi filmi istiyordum. Sonunda doğru senaryo geldi, bana da yatırım yapmak düştü.’’
* Film neden Küba'da çekildi?
‘’Senaryo Barbunya Adası ismindeki bir yerde geçiyor. Bu bana Küba'yı çağrıştırdı, insanı, lisanı ve müzikleri beni çok etkiler. Şimdiye kadar Küba'da yapılan bütün filmlerde Küba devletinin ortaklığı var. Küba devleti ile hiçbir ilgisi olmadan, özel çekim izni alınarak gerçekleştirilmiş ilk filme imza attık. Küba'da gerek hükümet gerekse askeri makamlar tarafında yakın dostluklarımız var. Bu sayede gerekli izinleri almak zor olmadı. Sadece iki dakikalık karnaval sahnesi için iki gün, iki gece dört sokak kapatıldı, 700 figüran getirildi.
Kaliteli bir şey yapalım dedik. Çünkü filmin bir kültürel boyutu var. Almanya'da 1908'de ilk defa Alman Markı piyasaya sürüldüğünde bir devrim mahiyetinde herkese 40 mark para dağıtılmış. Adamlar 40 markı aldığında hepsi sinemaya, tiyatroya gitmiş. Olayı bu açıdan değerlendirmek lazım.
Toplam yaptığımız yatırım 2.6 milyon doları buldu.
Öngörülmeyen harcamalarımız oldu. Ama Türk filmciliğinde yepyeni bir platform yarattık. ’dedi.
Mustafa Özyıldız-ANKARA
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.