Hayalet Şehir Meke Gölü Semih Kaplanoğlu Alfred Hitckok Yanılsaması

“Bir mısra için Kuşların nasıl uçtuğunu hissetmelidir İnsan’’  L. BRİGGE

***

Dünyanın nazar boncuğuna birkaç km kalmıştı. Zihnimde çocukluğumdan kalma görkemli bir alan.

Bir yaz günü eşim, kızım, anne ve babam kardeşim ve kardeşimin eşi ile birlikte çocukluğumda zihnimin ve kalbimin güzel bir yerine yuva yapmış bir alan olan Meke gölüne doğru güneşin batmaya döndüğü saatlerinde ruhumuzu dinlendirmek, eşsiz manzarayı temaşa etmek, hem doğa hem de kültürel aktivite yapmak amacıyla ilerliyorduk.  Ereğli Karapınar yolu üzerinde takriben 10-15 km mesafedeki ülkemizin, şehrimizin kıymetli alanlarından olan Meke Krater gölüne heyecanla bir o kadar da heyecanımızı gizleyen sessizlikle ilerliyorduk.

Meke Gölü kızım Alya ile birlikte ilk ziyaretimiz olması sebebiyle de benim için ayrı bir önem atfediyordu. Bilinçdışımdan zihnime yansıyan görüntüleri kızıma ve eşime büyük sitayişle bahsediyor aramızda ince nükteli latifelerde bulunuyorduk. Benim için anlam arz eden bu alana ulaşmamızı birkaç km kalmıştı. Kızım Alya sabırsızlanıyor, peş peşe sorularıyla heyecanımı kamçılıyordu. Baba orada kuşlar var mı ?  Baba orada hangi renkli kuşlar var ? Baba balıklar var mı baba? sorularına olup bitenden habersiz bir safilikte olmaz mı hem de pembe kuşlar,  beyaz kuşlar,  siyah kuşlar hatta balıklar kırmızı siyah mor renkleri ile olduğunu söylüyor ortamdan onay alamasam da kızımın merak duygusunu kamçılıyordum. Meke Gölü ile ilgili son zamanlarda yaşanan garabetleri annem ve babam kendi aralarında konuşuyor, işittiklerim ruhuma inceden sızılar bırakıyordu. Ben bilinçaltımda hıfz ettiğim o manzaraya ulaşmanın inancı ve beklentisi ile arabamı kullanıyor dikkatimi yola verip hızımı artırıyordum. Güneşin ufukta batışı sürüş alanımı olumsuz etkiliyor kaçırdığım u dönüşünü hayıflanarak seyrediyor nihayetinde meke krater tabelası istikametine doğru yöneliyordum. Artık hedefimize ulaşmıştık

***

Gördüğüm hayal değil hakikatti. Tozlu yollar çakıl taşları batan güneş ve kocaman sessizlik. Kendi sosyal gerçekliğimde gayya kuyusu kadar çıkmazdaydım. Hani rüyamı desem, ya da bir filmin evet sinematografının o can alıcı önermesi. “İnsanın en büyük savaşı kendisi iledir der kadim öğreti.” İçimde kopan fırtına tutuştursun isterdim bu anı, gördüğüm dokunduğum gelgitlerim bunun bir sinematografa alanı için dizayn edildiğini az ilerde Semih Kaplanoğlu’nun çekim yaptığını yo yo hayır Alfred Hitckok’un  geçmiş çalışmalarına öteki dünyadan devam ettiğini bu hayalet şehrin onun sinema perdesinden bir yansıma olduğunu işitseydim Bir izahı olmalıydı ve bunun gerekliliği üzerine diyalektik çözülmeler yaşıyordum. Nefes mi buğday mı ? Hangimiz kendi içinde savrulmadı ki hangimizin iyi ve kötü arasında koşuşturmaları olmadı. Hissediyordum burada olup bitenlerin sessizliği altında ezilerek bana dönmüş, bir şeyler yani çığlıklar kafa yakıcı kalbi tokatlayıcı sanrılardı. Yo yo çocukluğumu enkazda bırakamazdım hayır hayır meke tuzlası birazdan, az dakika sonra isyan kokan dizelerine son verecek nazar bocuğunu bağrımıza nişane takacaktı. Bir girdap gibidir hüzün nerde olursan ol kendine çekebilirdi.

Kocaman bir şey karşımda duruyordu. İsrafın mesken tuttuğu bu yerde yalnızlığı ve derbederliğiyle raks Meke Gölü ediyordu. Kimsesi kalmamış yine de yaşamanın verdiği tadı ruhunda her daim perçinleyen ihtiyar ve ihtiyariler gibiydi. Hırçınlığı damarlarına kadar belirgin çorak topraklarında kalbimize şayet varsa bir şeyler söylüyordu. Kimin ahi yerde kalır ki? Benim kalsın diyordu. Anlaşılmak istiyordu belli ki. Anlaşılmak İhanete uğramaktır der İsmet Özel. Bunu bile bile istiyordu heybetiyle Meke Dağı. Çocukluğumda bir bakire endamında çalımlı çelimli bu göl hayalet şehrin seromonisine dönüşmüştü. Bunun izahını istiyordu ruhum aklım kalbim. Balıklar  kuşlar  tabiat için istiyordum.

 Beynimde hep manalı uçurum dokunaklı bir söz ya öfke tam kaybolup yittiğim dediğim bir anda Baba!  Bura da kuşlar yok!  baba balık yok! baba su yok! Nidalarıyla sallanıyordum anlıyordum onu fakat nasıl derdim kızıma burada hayat yok sevda yok mutluluk yok iyilik yok barış yok kendimle anlaşmaya varmak zorundaydım. Bir filmin son dokunuşlarına gelmedik, şu tepenin ardında bizi bekleyen bir Semih Kaplanoğlu olmayacak evet evet kabullenmek tedavinin yarısı derler, bilmezler ki bizi iyileştiren acılarımız. Evet kızıma bir şeyden bahsetmeliydim, Çocuk kalbine dokunmalı zihnine bir farkındalık kondurmalıydım.  Bunun sinema olmadığını bir sinemada olup biten kötü senaryoyu da aratmadığını söylemeliydim bak kızım hepsi bizim yüzümüzden bak işte sana kalan bu çileli yanlarımız demeliydim. Sonra Sular, Ağaçlar, O fütürsuzca sağa sola atılan çöpler, küresel ısınmayı artıran çarpık sanayileşme, hikmetsiz teknoloji kullanımı, bilinçsizce yapılan tarım sulamaları yağışsızlık Allahın bize emaneti olan bu eşsiz tabiatın değerini bilemeyişimiz demeliydim. Önce kendime damıtmalıydım bu dersi, ve kızımdan tüm çocuklardan af dileyerek, samimi bir arınma ile yapmalıydım bunu sonra ne olursa olsun onun şahsiyetine bir umut aşılamalıydım

Ve soluksuzca haykırmalıydım Kuşlar gitmişti gelecekti, balıklar yüzecekti. Buna inanarak söylemeliydim İnanmadan olmaz. Ailemin ve yuvamın “Ne olmuş buralara can sıkıcı vah vahlarına karşı” kızımın hayal dünyasını, inancını, esirgeyen ve bağışlayan direngen yanlarını okşamalıyım. Enkaz altında bırakılan çocukluğumu ayağa kaldırıp hayatımı buradan ders alarak sürdürmeliyim. Bir başlangıç yapmalı bunun için beni örseleyen derin sessizliği yırtıp itiraf etmeliyim “ Kızım babalar ve anneler suçlu olduklarını kabullenmek yerine derin sessizlikleri tercih ederler.” İnsan kendisini bilmediği bulmadığı için elinde ne varsa kaybediyor. Meke de bunlardan bir tanesi. Bu güzel beldeye hançer sokan bizim hırslarımız, hodbinliğimiz, gafletimiz, vicdansızlığımız, sevmeyişimiz kendimizi kuşları ve hayatı, kıymet bilmeyişimiz, tükettikçe tükenen yanlarımız, iyilikten ve güzelliğe sırt dönüşümüz, ahlaksızlığımız, Allah ile aramızı bozuşumuz, suyu hor kullanışımız, doğaya daha da önemlisi kendimize karşı yitirdiğimiz saygımızdı. 

Unutma kızım kendini bilen toplumlar maddi ve manevi değerlerini de bilirler. Müslüman bir Türk bu meziyetleri üzerinde taşımalı, Vatanını seven doğasını suyunu yeşilini toprağını güneşini mahallesini köyünü ilçesini ilini seven koruyan her türlü temizliğine özen gösterirler. Bizler bunu sağlamak zorundayız o kuşlar tekrar gelebilmesi için o balıkların yüzebilmesi için

 Evet bunlardan öte çok şey daha var kızım desem de kızımın aklı o siyah mor yeşil balıklarda havadaki beyaz pembe kuşlardaydı. Beni dikkatle dinlediği bir anda  “Baba sen dememişliydin  İnsan zindanda da olsa bahtiyar olabilir, yeter ki güzel bakabilecek iç gücü, güzel bakışı kendisinde bulsun.” Bak kaplumbağalara sanki ağızlarıyla gölete bir şey taşıyor. Bizde yapabiliriz baba, Elbette kızım diyebildim yutkunarak, Bu beldeyi çocukluğuma döndürebilir; suları, balıkları o pembe kuşları yeniden misafir edebilirdik.  Kızımın o ana yaptığı bu tatlı dokunuş ruhuma yeni bir soluk kattı. Yapabilir miydik sahiden? O pembe kuşlar için takipçisi olacağım ilçeye kurulması planlanan 8.5 kilometre  mesafe de günde 7 bin metreküp yılda 2.5 milyon metreküp atık su arıtma tesisinin su desteği ile o eski ihtişamına kavuşacak ve ben kızımla bu hayalet şehirde sadece kaplumbağanın direnişini hatırlayacağım.    

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.